“Trouble in Paradise” Turkish Version
Chris Davies and Lidya Yiğit (Translation)
Patara Kum Çetesini duydunuz mu? Duymadıysanız size anlatmam zor; çünkü kum fırtınasının tersine yürümek gibi…
Üç yıldır yerel vurguncu bir çetenin özel olarak korunan Patara Plajı’ndan kamyon dolusu kum çalıp inşaatçılara ve tüccarlara sattığı ortaya çıktı. Bu katıksız küstahlık için Patara Kum Çetesi’nin kahramanları biraz dayak yiyor diyelim; kaç ton kumun gittiğinden ise kimsenin haberi bile yok!
Ve muhteşem ironi! Bu soygun, “Patara Yılı” ilan edilen 2020 boyunca da devam etti, Bürokratlar ve önemli kimseler düzenlenen etkinlikler için Antik Kentin ön kapısından teşrif ederken, kum dolu kamyonlar arka kapıdan çıktı. Üstelik kamyon başına 17 ila 250 dolar değer biçilen bu kum, Kalkan pazarıyla kıyaslandığında fiyatlar sudan ucuz kalıyor!
Ama kum saatindeki zaman, şanslarıyla birlikte tükendi. İşin içinde olanlardan bazıları biraz fazla hırslı davrandılar ve villalarını hakiki Patara kumundan beton ile inşa edilmiş diyerek pazarlamaya başladılar -ve şüphesiz “gerçek ama sahte Patara kumu”* da işin içindeydi!-
İşte, bu noktada işin rengi değişti, aynasızlar kokuyu aldı ve güvenlik güçleri kapıları çalmaya başladı. Şu ana kadar yirmi kişi tutuklandı ve Hürriyet gazetesinin yazısına göre hapsi boylayabilirler…
Bu rezalet soygunun üç yıl boyunca devam edebilmiş olmasına şaşırıyorsanız, yerel halkın sır saklamakta ne kadar mahir olduğunun farkında değilsinizdir! Kısa zaman evvel, çevremizde devam eden kaçak inşaatlar hakkında şikâyette bulunma gafletine düştüm. Her kış güzelim orman kaplı İslamlar tepelerimiz, sonu gelmeyen motorlu testerelerin uğultusu, betoniyerlerin gürültüsü ve ağır inşaat yapımının hırıltılı sesleriyle canlanıyor. Sonunda dayanamayıp şikayette bulundum ki, bu beni köyümde asla makbul birisi yapmıyor! Çünkü köyün yazılı olmayan kanunlarına göre; çocuk istismarı, kadın istismarı, hayvan istismarı veya çevresel istismar fark etmez, komşunu şikayet etmemelisin! Çok gizli!
Resmi bir şikayetin düşman edinmekten başka bir amaca hizmet ettiğini daha görmedim. Özel koruma alanlarındaki bir iki istisnai yer dışında, herhangi bir yerel inşaat projesinin henüz durdurulduğuna da şahit olmadım, en çirkin olanlarının resmen üstümüzdeki tepelere dikilmiş dört katlı ucubelerin bile.
Aslında bu kaçak inşaatlar ulusal basının ilgisini çekti ve gazetelere kapak oldular: Kasım 2018’in Hürriyet gazetesinde Aysel Alp’in yazdığı makalenin manşeti “İmar barışı sonrası heyelan bölgesinde villa inşaatları arttı” diye feryat ediyordu! Dönemin Belediye Başkanı Halil Kocaer, verdiği röportajda İslamlar Köyünde rastgele villalar yapıldığını ve her türlü tedbire rağmen iş makinelerini durduramadıklarını anlatmıştı. Konuşmasının devamında “Orası Margaz üzüm bağlarının olduğu, havası, suyu güzel, korunması gereken bir bölge. Villacılık nedeniyle ne yazık ki rant kapısı oldu. Belediye olarak mücadele ediyoruz” dedi.
Bu yaklaşık üç yıl önceydi. Eski belediye başkanı gitti ve yerine yenisi seçildi ancak hiçbir şey değişmedi Her yıl köylerde inşaat yasağı olan araziler üzerinde yüzlerce kiralık villa yükseliyor!
Ve o dört katlı beton bloklar şimdi tamamlandı. Jiletli telle çevrili çitlerin içerisinde oturuyorlar ve tavan çizgilerinin etrafında gösterişli parlak neon ışıkları kullanıyorlar. Hiç şüphesiz uzaydan görülebilir!
Ancak, yakın zamanda tekrardan Zabıta ofislerine damlamayacağım. Komşularla barıştım. “Binalarınızı bitirin!” dedim, söylediğim ya da yaptığım hiçbir şeyin zerre kadar fark yaratmayacağını bilmenin dayanılmaz hafifliği ile…
Onları kim suçlayabilir? Tarımdan veya düşük ücretli hizmet işlerinden kazanma umutları olmayacak kadar turizmden kazanma fırsatı görüyorlar. Yani araziler şişirilmiş fiyatlarla işlem görüyor ve motorlu testereler bileniyor. Köylerin turizm gelirine ihtiyacı var…
Peki heyelan bölgesinde kontrolsüz yapılaşmaya izin vermek, yerel halk ve gelecek nesilleri için sürdürülebilir bir turizm işletmesi kurmanın akıllıca bir yolu mudur?
Aklı olanlar, İslamlar’ın toprak kayması riskini değerlendirmek için güncel bir jeolojik değerlendirmeye tabi tutulması ve güvenli olduğu düşünülen alanların kontrollü imara ve kalkınmaya açılması gerektiğini biliyorlar. Ancak o zaman yörenin karakterine uygun yeni yapılar ve altyapısına sahip olabilir; sürdürülebilir bir koruma hedefini beraber başarabiliriz. Yöreyi ekoturizmle tanıştırmak ise bu çetrefilli soruya bir yanıt olabilir.
Bu arada Belediye Başkanı ve Kaymakam beyler bu yasal olmayan inşaatlara son verebilir. Lütfen görevinizi bu güzel dağların tarihini anlatan tüm taş evler, zeytin ağaçları ve asmalar yok olmadan önce yapın!
Bu durumun vahameti ile kıyaslanınca, çalınan binlerce kamyon kum bile daha ufak bir sorun gibi kalıyor. Bana gücenmesinler ama kum tepeleri şimdilik hiç azalmış görünmüyor!
Bu dertte yalnız mıyım?
I can’t bring up the translation into English?
The original blog is in English. It is titled Trouble in Paradise.